Ayşen Zamanpur

Silk&Cashmere Kurucu Ortağı

Ayşen Hanım merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?

Merhabalar, ben Ayşen Zamanpur. Silk&Cashmere’in kurucusu ve halen yöneticisiyim. Robert Koleji’nde, ardından da Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme okudum. Evliyim ve 2 çocuğum var. Kurumsal hayata Şişecam’da başladım. Sonrasında Benetton’ın bir şubesini yürütmeye başlayarak mağazacılık deneyimi kazandım. Moğolistan’a yaptığım bir yolculuk sırasındaysa aklımda canlanan fikrimi, şirketimi kurdum.

Üniversite yıllarında kariyer planlarınız ne yöndeydi? Bu planlara ulaşmak için neler yaptınız?

Ben hep böyle değişik bir şey yapayım isterdim, farklı bir şey özgün bir şey… Benim bütün sülalem doktor. Çocukken tek bir amacım vardı o da doktor olmamak. Ne olacağımı bilmiyordum ama doktor olmayacağım diyordum çünkü çevremdeki herkes doktordu. İlkokuldayken okula giderken bir gün yanlış yoldan gelmişim anneme “İşte iki gün sıkıldım yol değiştirdim.” demişim. Farklılık gibi bir şeyden her şey çıkıyor galiba. Yoksa şu mesleği yapayım, bu mesleği yapayım diye bir şey yoktu aklımda. Küçükken çikolatacı olmak isterdim, ondan da küçükken Ayşecik’in rol arkadaşı olmak isterdim. 

Robette okurken bir gün bir akademisyen geldi üniversiteye. Bizim Boğaziçi’nde hocaymış o dönemde. Çok rahat, çok tatlı bir konuşma yaptı. Tam böyle ayaklarının üstüne basan. Bir gün ben de bu adamın olduğu okula girmeliyim dedim. Boğaziçi’ni de öyle seçtim. Okurken çok somut şeyleri sevmediğimi fark ettim. Bulutlara bakarak soyut şeyler değil de hayatın içinde olmayı sevdiğimi. Cezasını, ödülünü, yaşamayı, risk almayı, karar vermeyi, yönetmeyi, liderliği… Bütün menajer sınavlarından 100 aldım ve hiçbir zaman bununla ilgili bir şey olmadı kariyerimde. El strategies dersini sevdim, onun altyapısıydı. Kendimde bir şeyler keşfettim ama sonradan her Türk genci gibi kurumsal bir şirket olan Şişecam’a girmek istedim ama hemen olmadı, 6 ay uğraştım. Seksenlerden bahsediyoruz, o zamanlar bankalara ya da kurumsal büyük şirketlere girmek çok modaydı. Ben de Şişecam’a girdim ve beş buçuk yıl planlama uzmanı olarak çalıştım.

Peki o dönemde mesleki anlamda tatmin olmuş muydunuz? 

Mesela tatmin olduğum günler oluyor, olmadığım günler oluyor. Keyif aldığım, şahane hissettiğim günler oluyor; ben burada ne yapıyorum dediğim günler oluyor. Ben böyle çok tık tık tık cevapları da sevmiyorum. Hayatta böyle bir şey yok. Zorluklar var, kolaylıklar var. Bana tutanak tutturdukları günler var. Güzel okullarda okuduğum halde toplantılara bile aylar sonra ancak kapısından girebildiğim günler de var. Bir taraftan da şahane bir ekiple fizibilite yapıyorsun, bakanın karşısına seni çıkartıyorlar. 23-24 yaşında, müdürünüzün yanında fizibiliteyi yaptığın için onure oluyorsun. Şişecam’da çalışırken her şeyi sevdim, bayıldım diyemem ama çok şey öğrendim. Şimdi baktığımda daha çok fark ediyorum. Fotokopi de çektim, kuryelik de yaptım bakanla da konuştum, en üst düzey yöneticime fizibilitemi ispat etmek için çalışma da yaptım. Şimdi sizin 30 saniyede elde edebileceğiniz bir bilgi için, bir ay ticaret odaları, sanayi odaları, üniversitelerin kapılarında gezdim. Git, bul derler, gidersin ama taksi parası yok. Küçücük bir bilgi için aylarca çalıştım ama iyi ki yapmışım. Öğrenmeyi, zorluklarla çalışmayı öğrendim. O ekiplerde her şeye kızıp şımaran insanların nasıl yok olduğunu; hava atıp, rol kesip, ego şişiren insanların nasıl kaybolduğunu gördüm. Asıl iş yapmaya çalışanların nasıl sevildiğini gördüm. Bu hayatta her şey gördüm. Benim tek kurumsal ve profesyonel deneyimimdim

Silk&Cashmere yolculuğunda sizi ne motive eden şey neydi? 

Dünya markası olma hevesi ve düşü. İlk günden beri hep dünyaya açılacağız, dünyanın sevilen bir markası olacağız dedim. Dünyanın kaşmir ve ipek alanında çok saçma markaları vardır. Aşırı aristokrat, 500 dolardan başlayan ya da çok junk markalar vardır. Arada bir boşluk gördüm. Ulaşılabilir bir kaşmir markası olabiliriz dedim. Tabii bunu bir dakikada söylemedim, 2 yıl çalışıp söyledim. Şişecam’dan sonra Benetton bayiliği yaptım. İnsan o anda öğrenmiyor, anlamıyor ama sonradan anlıyor. Mesela kasa da alıyordum, eleman gelmeyince yeri de siliyordum, gidip Giuliana Benetton’la kadeh de tokuşturuyordum. En büyük satışı yaptık diye İtalya’ya davet de ediliyordum, kasiyerim gelmediği için müşteri kredi kartını da fırlatıyordu suratıma. Her şeyi gördüm, orada gerçek hayatı gördüm. Hiçbir şeyden kaçmadım, ben bunu mu yapacağım demedim. Hayatta ben buna mı kaldım demedim. Çoğu insan benim, oranın sahibi olduğuma inanmamıştır. O kadar çok servis verdim ki öğrenmek için en iyi satıcıdan daha iyi biliyordum ürünleri. Öyle klasik laf olarak bakmayın, ne yapıyorsan yap yaptığın işi en iyi şekilde yap. Mesela mağazada satış yapıyorsun, sen kendine en iyi satışçı gibi hisset. Kadın bana kredi kartını attı beceriksiz diye, ben aslında buranın sahibiyim, sen benim kim olduğunu biliyor musun demedim. Aldım, özür diledim, kasiyer arkadaşımız yok ben yeniyim dedim. Ben mi küçüldüm? Hayır.

Buraya stajyerler geliyor, çoğu şahane. Bir iş oluyor, masa çekiliyor, ben çekiyorum masayı. Ben kendim asla patron demek istemiyorum. Onlar gibi çalışıyorum ama onlar sadece uzaktan bakıyor. Herkes tutuyor, finansman müdürü çekiştiriyor. Kimisi de ilk günden geliyor mesela limonlu su içtiğimi öğreniyor. Ben size özendim zencefilli yaptım diyor. Hiç önemli değil. Zencefil içip içmemek önemli değil. Önemli olan küçümsemeden gelip Ceo ile iki dakika konuşayım, fırsat bulayım demesi. Aslında zencefil bahane. Kimisi böyle geldiği anda kendi adını koyuyor, gerekirse telefonlara ben bakarım diyor. Kimisi de aman bana bulaşmasınlar, ben imzamı alayım da gideyim diye düşünüyor. Bak şöyle yaptın, böyle yaptın, bunları yaparsan hayatta hiçbir şey olamazsın canım kardeşim diyorum. Bunu kimseye yazmayacağım, sorarlarsa çok güzel çalıştı diyeceğim ama sen bil bunu diyorum. Ne iş yapıyor isen elinle sarılacaksın, tırnaklarınla kazıyacaksın, küçümsemeyeceksin. O zaman seni önemserler. Sen orada masaya elini koyup “Ben taşırım siz zahmet etmeyin” dersen seni önemserler. Sadece oturdun diye kimse önemsemez.

 

Silk&Cashmere için böyle bir büyümeyi ön görmüş müydünüz? 

İlk günden beri dünya markası olmak düşü, hayali ve projesi vardı zihnimde. Yani bu bir düşünceydi, daha sonra projelendirdik. Üniversitelerdeki konuşmalarımda da söylerim; düşlerinizi rakı masalarında meze de yapabilirsiniz, gerçeğe de dönüştürebilirsiniz, ikisi de sizin elinizde. Hayat boyu Milli Piyango çıksın da, bilmem ne yapayım diye bekleyebilirsiniz; ya da bütün gücünüzle, bütün hırsınız, gençlik enerjiniz, motivasyonunuz, beyniniz ile bu işe gönül verebilirsiniz. Bunun aileyle, eğitimle ilgisi yoktur. Tamamen gencin karardır. Bir tek sağlığı ayrı tutuyorum, sağlığın varsa olur. Bu işi ben yapacağım diyerek yapamayan bir insan görmedim ama maalesef %90, annem öyle dedi kırdı beni, babam beni küçümsedi, patronum bana bilmem ne söyledi.

Size iş yapmamak için milyonlarca bahane bulurum ama yapmak için bir tane bile bahanem varsa onu yaparım. Onun için her zaman Silk and Cashmere dünya markası olacak. Kimse inanmazken bile bizim ekibimiz inandı. İnsanlar nerden çıktı 50 yıldır Türkiye’de öyle bir şey yok derken, gözümün önünde vardı bu. Her zaman denedim. Girişimci para düşünmez pek, girişimci hayalinin olacağını düşünür. Şöyle zengin olacağım gibi bir hayalimi hatırlamıyorum ama logoyu böyle böyle bir yerlerde göreceğim hayallerimi hatırlıyorum. Gideceğim

Zürih’te göreceğim diyordum, gördüm. Londra’da göreceğim diyordum gördüm.Sibirya’da bile gördüm. Bunun için ekibi çok inandırmak lazım. O kadar inanıyordum ama tek başıma yapabileceğime hiç inanmıyordum. Hep iyi bir ekiple yapacağıma inanıyordum.

“Ekip ekip ekip, the best game ever! “ derim ben bizim ekibe. Tabii ki değişirler, herkes burada ömrünü geçirmez ama çalıştığı sürece o masayı tutar, o yeri siler, o telefona gönüllü bakar, kimseden bana bir şey dersin diye beklemez. Benim moralim bozuksa bana zencefil su getirir, bir şey getir. İlla bir şey istemez. Şirket ruhu başkadır, marka ruhu başkadır. Bizde bir marka da vardır. Onun için hep böyle bu ekip olduğu sürece hep çok ilerleyeceğini biliyor, inanıyorum. Hala daha güzel düşlerim var. Türkiye’nin kadar sorun yaşamasına rağmen hala düş kuruyorum. Düşleriniz projeleriniz bitmeyecek hayatta yoksa yok olursunuz.

 

Türkiye’de çığır açan girişimcilik örneği gösterdiniz. Korktuğunuz, çekindiğiniz yerler oldu mu? 

Hayatta en büyük risk, risk almamaktır. Onun için çok fazla korkularım, meraklarım, üzüntülerim oldu. İlla ki korku da bir kamçıdır. Öyle yayılıp konfor alanımda oturmadım, Kemerburgaz’da havuz kenarında bira içmedim. Hep çalıştım, ekibim de öyle, ailem, çocuklarım mesleğin içinde. Eşim de destek oldu bana. Gerçi o demir-çelik işinde inşaat işinde ama mentor olarak insan olarak yanımda olduğunu hissettirdi bana.

 

Girişimcilik ve ülkemiz adına yeni fikirleriniz var mı? 

Girişimcilik konusunda, Türkiye’yi girişimcilerin kurtaracağına inanan bir insanım. Büyük küçük ülkenin bütün alanına yayılmış genç girişimcilerin, ülkeyi tek kurtarma yolu olduğuna inanıyorum çünkü çok fazla, anormal büyük şirketler ve büyük devlet şirketleri ile bu ülke çok kırılgan oluyor. En ufak bir sosyal-siyasi olayda gidiyorsun. Halbuki çok girişimci olursa sosyal adalet de gelir, refah da artar, istihdam da artar. Bunun için girişimciliği çok çok önemsiyorum. Girişimciliği bunun için kabul ediyorum. Zaten 1500 tane işimin arasında “Acaba iki tane girişimciyi etkiler miyim?” diye girişimcileri destekliyorum. Yeni fikirler çok var ama biz Silk and Cashmere’e gönül verdik, Silk and Cashmere’in içinde online da çok iş yaptık. Bunun başında da oğlum var. Türkiye’nin en iyi online mekanizması, sistemi olabilir. En çok satan demiyorum en iyi mekanizma, en çok işlem hacmi ve kapasitesi olan. Tıklanma sayısı ile bayağı rakipsiz oldu. Ondan da çok potansiyel olduğuna inanıyorum. Teknolojiyi de çok yakından izleyerek çok yeni şeyler çıkabiliyor. Devir teknoloji devri. Bunun yanında ben Türkiye’nin bir de tarıma açık olduğunu düşünüyorum. Tarıma iyileştirme getirmek gerekiyor. Bu da benim çok ilgimi çekiyor. Başka hayatım olsaydı tarımla ilgili bir şey yapardım. Girişimciliğin desteklenmesi gerektiğine de inanırım. Girişimcilerin kendilerini girişimlerine vererek, azimle çalışmaları… Türkiye için başka bir kurtuluş görmüyorum.

 

Verilere göre Türkiye’deki girişimcilerin birçoğu batıyor. Bunun için Türkiye’deki girişimcilere önerileriniz nelerdir? 

Bunun nedenlerinden birincisi: sırf ürün odaklı düşünüyorlar. Ürünü çok güzel yapmaya çalışıyorlar. Teknolojik ürün de olabilir, bir yazılım da olabilir, online bir store da olabilir ama hesap, kitap, fizibilite, karlılık taraflarına birisinin bakıyor olması lazım aynı zamanda. Sadece ürün değil olay. Bunun dışında akrabalarıyla falan, işin ehli olmayan insanlarla iş yapmak gibi bir şey olabiliyor, işi takip etmemek gibi bir şey olabiliyor. Tutmadığı halde çok sündürmek, uzatmak. İlla olacak bir şey değildir. Bazen geriye dönüp tekrar nefes alıp tekrar bir işe başlanabilir. Gençlerin sosyal medyaya çok vakit harcamaları konsantrasyon ve odaklanma soruna neden oluyor. Yenilerde odaklanamayan, bir şey dinlerken de anlatırken de bir dağılma durumu var sürekli. Orada bir şey var, orada kurtarılması gereken bir gençlik var. Ben de çok seviyorum, ben de çok kullanıyorum ama sizleysem sizin gözünüze bakarım, arkadaşlarımla isem onlarla konuşurum, ailemleyken aileme bakarım. Sadece bir resim çeker koyarım ama bu devamlı “Ne var, ne kaçırıyorum?” gençlerin çok şey kaçırmasına neden oluyor. Bu bir yakınma benim için, üzüntü duyuyorum. Odaklanamıyor, gözüme bakıp ciddi bir şekilde bir şey diyemiyor. Hep aklı başka bir yerde. Nasıl olur bilmiyorum, bir şey yapmak lazım. İşin özündeki dünyayı takip etmek lazım. Dünyayı takip çok önemli. Bu işim nereye gidiyor? Mesela sen teknolojik bir saat ürettin, o kadar iyi bileceksin ki onları, yeni gelişmeleri, her şeyi. Sen o kadar onun önünde olacaksın ki girişimci olarak. Arkadakine girişimci demezler, öndekine derler.

 

Sizinle birlikte çalışacak bir takım arkadaşınızın, bir çalışanınızın olmazsa olmazı nedir? İşte benim takım arkadaşım dediğiniz kişide ne gibi özellikler olması lazım?

Farklılık, kutu dışı düşünmek, özen, bir fazlasını yapabilme arzusu, bir tık daha bir şey daha koyayım yaptığım işe düşüncesi. Çünkü çıkıp “Arkadaşlar ben birini arıyorum.” desem binlerce işsiz arkadaşım var ama bana ne katacaksın? Artık o kadar zor ki şirketlerde iş bulmak. Eğitim, deneyim hepsi var ama en önem verdiğim bu saydığım şeyler. Ben nasıl farklı bir şeyler katabilirim, nasıl öne çıkartabilirim bu işi, nasıl ben imza atabilirim? O gözlerdeki değişik ışığı çok seviyorum ben. Bir de takip ve sorumluluk duygusu. İşi takip etmek ve sorumluluğunu almak. Sıradan çok var, 75 milyon kadar falan sıradan var. Giyimde de herkes aynı şeyi yapıyor, konuşmada da aynı şeyi konuşuyor, aynı insanları seviyor, aynı insanları sevmiyor. Bana başka bir şeyle gel, bir şey araştır, bir şey öner, bir konuda değişik bir bakış açısı getir çünkü sıradan çok var.